Ne kadar hazırlansak da tam olarak hazır hissedemeyeceğimiz bir yolculuk annelik…Belki hiç kimsenin bizi yaşayacağımız bitkinliğe, uykusuzluğa, bedensel ve duygusal zorlanmalara konuşarak hazırlaması mümkün olmadığından. Anlatarak değil içinden geçilerek idrak edilebilecek bir süreç…
Hamilelik döneminde ister istemez doğuma odaklanıyoruz. Doğum çantası hazırlamaya ayırdığımız vakti ruhsal hazırlığımıza da ayırabilsek ne hoş olur diye düşünürüm hep. Her ikisini de yapabilenlerimiz varsa ne kadar güzel ama genelde bebeğin bakım ihtiyaçları ve annenin ihtiyacı olan somut şeyler öncelikli olabiliyor. Belki de somut olan şeylere tutunmak bizi bekleyen onca belirsizlik karşısında güvende hissetmemizi sağlıyordur.
Nasıl ki hamilelik boyunca beslenmemiz, kan basıncımız ve vücudumuzdaki değerler düzenli olarak takip ediliyorsa ruhsal durumumuzun da izlenmesi gerektiğine inanıyorum.
Doğum gerçekleşip hastaneden eve döndüğümüz o ilk gece gerçek olanla yüzleştiğimizde aslında ne kadar hazırlıksız olduğumuzu fark ediyoruz. Ve de doğum çantamızda bulunan çoğu şeye ihtiyacımız olmadığını….
Annelerin hamilelik süresince ve doğumdan sonra iç dünyasını daha fazla konuşmaya ihtiyaçları olduğunu gözlemliyorum. Korkularımız, endişelerimiz, çelişkili düşüncelerimiz, hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız, öfkemiz, yalnızlığımız…. Dışarıdan bakıldığında besleme, uyutma, alt değiştirme ve oyun döngüsünde geçen günlerde annelerin zihninden yüzlerce düşünce geçebiliyor. İç dünyaları farkında olmadıkları birçok duyguyla dolup taşabiliyor. Bunları fark etmeden, bunları ifade etmeden annelik yapma şekillerimizin istenmeyen yönde etkilenebildiğine defalarca şahit oldum.
İçgüdülerimiz, sezgilerimiz bizim en güvenilir rehberimiz…Kadınlar yüzyıllardır anne oluyor ve her birimizin içinde kollektif olarak taşıdığımız anneliğe dair bilge bir yanımız var. Bu nedenle korkmadan içeride olanın çıkmasına izin verebilmek çok kıymetli…Sadece zihinle veya teorik bilgiyle değil; içeriden gelenleri fark ederek de annelik yapabilmeyi öğreniyoruz aslında.
Doğum gibi son derece yoğun bir deneyim yaşarken sadece bebeğimize hayat vermiyoruz, kendi içimizde de bambaşka olasılıklara hayat veriyoruz. Doğum bir yandan hamileliğin bitişini sembolize ederken bir yandan da yeni bir başlangıcı temsil ediyor. Belki de hayatımızda en yoğun olarak “anda” kaldığımız, ölüm ve doğum gibi iç içe olan bir deneyimin içinden geçiyoruz. Böyle bir deneyimin içinden geçtikten sonra nasıl aynı kalabilir insan?
Birçok anneden doğuma dair duyduğum bazı ortak deneyimler olduğunu fark ediyorum: Beklenmeyen karşısında sakin kalıp devam edebilmek, kendini diğer seçeneklere açabilmek, teslim olabilmek ve bırakabilmek konusunda birçoğumuzun farklı bir algısı oluşabiliyor.
Senin doğum hikayen bebeğinle ilişkine dair bir şey anlatıyor mu?
Henüz doğum yapmadıysan eksik bıraktığın bir şey olmadığına ve her şeyin tam olduğuna inanabilir misin? Artık dışarıdan ekleme yapabileceklerin yerine içeriden çıkacak olanlara güvenebilirsin. İhtiyacın olan kaynaklar sende mevcut. Geleni yargılamadan ve “olduğu gibi” kabul edebilir misin? Belki de sana yabancı olan bu hal, kontrolü bırakmak gibi duyulsa da tam tersine hiç hissetmediğin kadar güvende hissetmene neden olabilir.
Eğer BIRAKmana engel olacak kişiler, konular geliyorsa aklına vaktin varken onlar üzerinde düşünme zamanı.
Değişen bedenine parelel olarak iç dünyanda olan değişikliklerin etkilerine dair düşünmek istersen Daniel Stern’un “The Birth of a Mother (Bir Annenin Doğumu)” kitabının senin için iyi bir rehber olabileceğine inanıyorum.