Her Şey Olması Gerektiği Gibi

Her Şey Olması Gerektiği Gibi

“Her şey olması gerektiği gibi” cümlesini anne olduktan sonra anneliğime karşı geliştirdiğim düşünceler ve gerçek dışı beklentiler için sıklıkla kullandığımı söyleyebilirim. Mesleğim gereği bebeklerle, çocuklarla ve ailelerle ilgili çok fazla deneyimim oldu. Anne olmadan önce hatırı sayılır bilgi birikimine sahiptim. Olası yaşanabilecek birçok sıkıntıyla ilgili başa çıkma yollarım ve çözümlerim vardı. Yıllarımı bu alanda okumaya, eğitimlere ve terapilere harcamıştım ne de olsa! Ancak bu beni her annenin yaşadığı ikilemlerden, zihninde uçuşan sorulardan ve yetersizlik hislerinden muaf tutmamıştı. Yıllar boyunca annelerden duyduğum soruların bazılarını şimdi ben kendime soruyordum.

İnsanın kendini rahatlatabilme ve dışardan bakabilme kapasitesini her zaman çok faydalı bulmuşumdur. Hayatımız boyunca hepimiz tökezliyoruz, düşüyoruz ve tekrar kalkıyoruz. Yeniden kalkabilmeyi içimizdeki güçlü taraf sayesinde yapabiliyoruz. İçimizde hem kırılgan hem dayanıklı ve güçlü bir yanımız var. Önemli olanın düşmemeye çalışmak değil düştüğümüz zaman kalkabileceğimize ve yolumuza devam etme gücü bulabileceğimize inanmak olduğunu düşünüyorum.

Hayattan soyutlanarak annelik yapmadığımıza göre yaşadığımız duygular nedeniyle inişlerimizin, çıkışlarımızın olması kadar doğal bir şey olamaz. Hayatın kendi içindeki dinamiğinden ne kendimizi ne de çocuğumuzu uzak tutamayız! 

Çocukların hayata dokunabilmelerini, izleyici olmak yerine içinde olmalarını ve gerçekten hissedebilmelerini çok kıymetli buluyorum. Bu nedenle güvenli sınırların olduğu ortamlarda hem fiziksel hem ruhsal olarak düşe kalka büyümelerini ruhsal dayanıklılıkların güçlenmesi açısından önemli buluyorum.

Ruhsal dayanıklılığı besleyen bir diğer şeyin çocukların hayatın içindeki gerçek deneyimlerle ve duygularla tanışması olduğuna inanıyorum. “Şey”ler dünyasından baktığımızda o oyuncağı almadığımız, o aktiviteyi yapamadığımız, o kitabı okumadığımız veya odasını o şekilde dizayn etmediğimiz için anneliğimizi sınıfta bırakıyor olabiliriz. Oysa ki annelik belirli kriterlere sığdırılamayacak, belirli kalıpların içinde yaşanamayacak veya belirli dayatmalara boyun eğmeyecek kadar özgün bir deneyim.

Bu özgün deneyimde çocuğunuzun asıl ihtiyacı olan sizsiniz! Onunla zaman geçirmekten gerçekten keyif alan bir anne ve baba. Yaptığınız şey ne olursa olsun birbirinizle olmaktan hoşlandığınız bir zaman çocuğunuza verebileceğiniz onlarca oyuncaktan daha kıymetli.

Belki de dışardan alınabilecek “şey”lerle anneliğimizi veya babalığımızı değerlendirmeyi bırakıp zor da olsa aramızdaki ilişkiye ve bu ilişkinin hissettirdiklerine odaklanabiliriz.

Sizce çocuğunuz 20 yaşına geldiğinde en çok neyi hatırlayacak? Aldığınız bir oyuncağı mı? Odasının eşyalarını mı? Birlikte su birikintisinde zıpladığınız andaki kahkahalarınızı mı?

 

“Yapmaya” Değil “Olmaya” Odaklanmak
"Ya ……" Olursa