Mükemmel, kusursuz ve eksiksiz olma çabası… Hata yapmaktan ve eleştirilmekten ölesiye kaçınmak…Mükemmel olmadığımızı ya da hata yaptığımızı düşündüğümüzde içimizdeki yargıç bize ne fısıldıyor? Hangi cümlelerini duyuyoruz onun?
Anne olduktan sonra edindiğimiz bu yeni kimlikte kendimizi var edebilmemiz ve bu kimliği sahiplenebilmemiz zaman alıyor. Bir arkadaşım çok güzel bir şey söylemişti: “Yeni bir ülkeye taşındığında oraya yerleşmenin vakit alması gibi anneliğe yerleşmen de zaman alıyor”. Çok doğru! Bebeğimiz doğar doğmaz görünürde anne oluyoruz ama iç dünyamız buna hazır mı bilemiyoruz. Gerekli psikolojik alt yapı orada mevcut mu emin olamıyoruz. Doğa biyolojik anneye bebeğiyle bağ kurabilmesi için birçok kolaylık sağlasa da (oksitosin hormonu salınımı, emzirmenin/beslemenin sağladığı göz göze iletişim) annelik kimliğinin ortaya çıkabilmesi için yeterli olmadığına inanıyorum.
İç dünyamızın şüphesiz farklı bir ritmi ve dinamiği var. Herkesin bir terapist gibi sürekli iç dünyasına bakıp değerlendirme yapmasını tabii ki beklemiyorum. Ancak annelik gibi dönüştürücü bir deneyimin ardından bir süreliğine durup içimize bakmanın da gerekli olduğunu düşünüyorum. Anneliğe yönelik atıflarımızın da beklentilerimizin de gerçek olanla yüzleştikten sonra değişime uğramasına izin vermemiz gerektiğine inanıyorum.
Kendi alanımda en çok beğendiğim terapistlerden biri olan D. W. Winnicott “yeterince iyi anne” terimini kullandığında bebeğinin ihtiyaçlarıyla uyumlanan ve bu ihtiyaçları yeterli bir biçimde sağlayabilen anneyi anlatmak istiyordu. “Mükemmel” anne olmaktan, her daim ulaşılabilir olmaktan ve birçok şeyi bebek adına eksiksiz yapmaktan bahsetmiyordu.
Eksiklikler büyüme ve yeteneklerimizi keşfetme fırsatı yaratır. Kişinin kendi kaynaklarının ve gücünün farkına vararak gelişmesine olanak sağlar.
Dolayısıyla asıl mesele “kusursuz” veya “mükemmel” olmak değil, hatalar yaptığımızda bunu fark etmek ve tamir yollarını yine ilişki içinde bulmaya çabalamaktır.
Annelik “mükemmeli” yapmamız gereken bir performans değil. Belki de bunu kavradığımız zaman özümüzdeki sakin, şefkatli, anlayışlı ve telaşsız tarafla daha yakın bir bağ kurmaya başlayabiliyoruz. Her ilişki gibi çocuğumuzla kurduğumuz ilişki de özel ve biricik. Bu şekilde algıladığımızda bir başka ilişkiyle kıyaslamak ya da başka annebaba-çocuk ilişkilerine bakarak kendi ilişkimizi değerlendirmek pek mantıklı değil.
Telaşını, çocuğunun her dakikasını “kaliteli” ve “dolu” bir şekilde geçirmesi gerekirmiş gibi yaratılan algıyı ve “eksiksiz” olma çabanı bir süreliğine bırakmayı deneyebilir misin? Gerçek, samimi ve “olduğun gibi” olmaya izin verebilir misin? Peki ya “takdiri” veya “beğeniyi” dışardan beklemeyi bırakıp içeriden kendi kendine verebilir misin?
Kusursuzluğa veya hatasız olmaya değil; gerçek, sahici ve doğal olmaya çabalayan bir annenin eşlik ettiği çocuğun hayat serüvenini hayal edin… Çocuğunun doğuştan getirdiği güdülerine güvenen; kontrol etmeden veya acele ettirmeden kendi hızında ilerlemesine fırsat veren; izleyen, durabilen ve olacaklara güven duyan bir anne hayal edin…
Hatırlatma. Anne ve annelik işlevleri dediğim zaman biyolojik anneyle sınırlandırmadığımı, çocuğun bakımından birincil derecede sorumlu olan yetişkinleri de dahil ettiğimin altını çizmek isterim.